• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

OKUL ÖNCESİ DÖNEM

OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE EĞİTİMİN AMACI

Eğitimin hedefi etkin birey, etkin vatandaş yetiştirmektir.

Eğitim sürecinde çocuğun, kendi bireyselliği korunurken toplumla bir bütün hâlinde ve toplumun gelişmesine faydalı sorumlu vatandaş olması da gerçekleştirilmelidir. Bu ise ancak temel bilgi, beceri, alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi yıllarından başlayarak çocukların öğrenme yaşantılarının kalitelerini arttırma yönünde gösterilecek dikkatli çabalarla mümkün olabilir. Bu nedenle okul öncesi yaşlarından itibaren çocukların büyüme, gelişme ve öğrenme ortamlarını nitelikli hâle getirmek gerekmektedir.

OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE EĞİTİMİN ÖNEMİ

"Beş yaşındaki bir çocukla benim aramdaki uzaklık bir adımdır, fakat yeni doğmuş bebekle beş yaşındaki çocuk arasındaki uzaklık korkunçtur." Tolstoy

İnsandaki potansiyelin en üst sınırına kadar geliştirilebilmesi, ancak ona çok erken dönemlerde sağlanacak imkânlarla mümkün olabilir. Bu dönemle yaşamın ilk yıllarındaki eğitimin, çocuğun içinde bulunduğu fiziksel ve sosyal çevrenin, onun gelişmesinde çok önemli rolü vardır. Okul öncesi yıllar ve ilköğretim çağı bu bakımdan hayati bir öneme sahiptir. Bu yıllarda çocuğa "verilenler veya verilemeyenler" onun geleceğini belirler. Kısacası bu dönem, insan yaşamının temelini oluşturur.

Her çocuğun şahsiyeti altı-yedi yaşına kadar oluşur. Bu yaş her şeyin başlangıcı değil, yaklaşık olarak kişilik oluşumunun tamamlandığı yaştır. Yedi yaşından sonra yapılacak çok şey olsa da çocuğun şahsiyet iskeleti ilk yedi yıl içerisinde kurulur. Daha sonra yapılanlar bu iskeleti ete büründürülmesi ve süslenmesidir.

Bu nedenle sağlıklı, mutlu, yaratıcı insanlar yetiştirebilmek için bu dönemi tanımak her anne babanın görevidir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİME NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?

Yirminci yüzyılın ilk yarısında sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmeler,hızlı nüfus artışı ve kentleşme, artan hayat pahalılığı ve gelir düzeyini yükseltme zorunluluğu gibi etkenler, toplumun yapısında birtakım sosyal değişmelere ve ekonomik gelişmelere yol açmıştır.

Bu değişmelerden en fazla etkilenen sosyal kurumların başında aile müessesesi gelmektedir. Aile kadroları gelişmelere paralel olarak daralıp küçülmeye başlamıştır. Böylece zaman içinde büyükanne- büyükbaba kadronun dışında kalmışlar. Böylelikle geniş aile tipi yerine ana-baba ve çocuklardan oluşan modern aile dediğimiz çekirdek aile tipleri doğmuştur.

Her bir çocuk, kişiliğinin özgürce gelişimi için okul öncesi eğitim sürecinden mutlaka istifade ettirilmelidir.Çocuğun kişiliğinin belli kalıplara döküldüğü, duygu tohumlarının ekildiği budevrede çocuk ne tamamen ailede kalmalı, ne de tamamen okul öncesi eğitim kurumuna bırakılıp anneden ayrı bırakılmalıdır. Bu dönemde aile ile kurumlar arasında sıkı bir işbirliği sağlanması daha yerinde olacaktır.

Aile çevresindeki koşulları ne denli iyi ve elverişli olursa olsun, çocuğu yaşıtlarıyla birlikte uygun bir ortamda ve uzman eğitimcilerin gözetiminde temel öğrenim olan ilkokula hazırlamak, daha olumlu sonuçlar vermektedir.

Ancak, yaşam koşulları sebebiyle, annenin aileye ekonomik katkıda bulunmak üzere çalıştığı durumlarda, “ bakıcı ”’ dan yararlanma seçeneği birçok eğitimsel yanlışı da beraberinde getirmektedir. Çocuk, model olarak kendisine bakan bu kimseyi aldığından, onun konuşmasındaki dilbilgisi hatalarını, örf ve âdetini taklit yoluyla kolayca öğrenebilecektir.
Daha da önemlisi, anneye en çok gereksinim duyduğu bu dönemde anneyle fizik temastan ve duygusal etkileşimden uzak büyüyecek, bu da çocuğun kişiliğini ve duygusal gelişimini önemli bir biçimde etkileyecektir. Büyükanne yanında bakım,aşırı hoşgörü ve şımartma sebebiyle, eğitimsel açıdan tehlikelidir.

ANAOKULUNA GİTMEK ÇOCUĞA NELER KAZANDIRIR?

Çocuğun oyun gereksinimini en iyi karşılayan toplumsal kurum, “ana okulları”dır.

0–6 yaş çocuklarının eğitimini gerçekleştiren anaokulunu, annenin yokluğunu giderecek bir kurum olarak değil de, annenin tek başına çocuğun üzerindeki rolüne katkıda bulunan ve bu rolü yaygınlaştıran bir kurum olarak değerlendirmek gerekir. Çocuklar, bir fikir, bir davranış, bir ürün ortaya çıkardıklarında kendilerini önemli hissederler. Çocukların bir işe yaradıklarını görmeye gereksinimleri vardır. Onlara sorumluluklar vererek yeterliliklerini görmelerine böylece kendilerine güven duymalarına olanak verilmelidir.
Froebel’ in deyişiyle: “anaokulunun amacı, öğrenmeye ilgi uyandırmaktır.”

Anaokulu, çocuğa bilgi aktarmaktan çok, çocuğun içinde var olan yeteneklerin serpilip gelişmesine yardımcı olur.

Çocuk, anaokulunda en iyi oyun ortamını bulur, işbirliğini geliştirir,yaşıtlarıyla ilişkiye girer. Anaokulu çocuğa, kendi hakkını korurken,paylaşmayı ve başkalarının özgürlüğünü zedelememeyi öğrenir.

Parmak boya ve resim faaliyeti, su oyunu, kum oyunu, ritmik jimnastik, bloklarla oynama önde gelen oyun dizileri arasında sayılabilir. Çocukların en hoşlandıkları dramatik oyun köşeleri, doktorculuk, bebekçilik, bakkalcılık köşeleridir. Çocuk, en iyi ve örgütlü oyun ortamını anaokulunda bulur. Anaokulunun temel öğretim programı içinde insan ve hayvanları tanıtma, ülkemize ve dünya ülkelerini tanıma, önemli olay ve günlerle, trafik, görgü gibi çeşitli kuralları öğrenme sayılabilir. Anaokulu aynı zamanda kuralları en etkili bir biçimde öğretebilen bir kurumdur.Çocuk yaşıtlarıyla ilişkiye girerek birlikte yaşamayı, yemek yemeyi, uyumayı ve oynamayı öğrenir. Böylece başkalarının özgürlüğünden haberdar olur. “Ben” ve “başkası” kavramalarının bilincine vararak yardımlaşma ve işbirliği duygusunu geliştirir.

Okul öncesi eğitiminin amaçlarından biri de, çocuğun anaokulunda kendi kişiliğine karşı olumlu bir tutum geliştirmesidir. Çocuğu okul öncesi eğitimi sırasında yaşantıları mutlu ve anlamlı olursa, ilkokula kendine yönelik olumlu duygularla başlaması ve başarı olasılığı artacaktır. Bedensel, sosyal, zihinsel, duygusal gelişimlerini sağlamada okul öncesi eğitim kurumlarının önemli katkısı, özellikle çocuk, ilköğretime başladığında kendisini göstermektedir. Araştırmalar, okul öncesi eğitim kurumlarında eğitim gören çocukların bu eğitimi görmeyenlere kıyasla ilkokulda daha uyumlu ve girişken, sosyal etkinliklerde daha başarılı olduklarını ortaya koymaktadır.

Çocuk kendisine sunulan onlarca olanak içerisinden kendisine uygun olanı seçer.

Böylelikle çocuk;

• Kendi zaman ve enerjisini gerektiği gibi kullanarak, neyi nasıl yapacağına ilişkin tercihler yapma ve karar alma fırsatı bulur.

• Kendi seçtikleri amaçları ve görevleri özgür bir biçimde ve sorumlulukla
tanımlama ve yeteneklerini geliştirme fırsatı bulur.

• Arkadaş ve yetişkinlerle grup planlaması yapmak ve ortak çaba gösterme konusunda fırsat bulur.

• Düşüncelerini dile getirebilme ve başkalarına iletebilme şansını elde eder.

Bu nedenlerden dolayı, okul öncesi dönemi çocuğu, annenin çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın anaokuluna gitmelidir.

Anaokulunda çocuk, temelleri daha doğumdan itibaren evde atılmaya başlanan, ancak çok kere kararlı bir tutum bulunmadığı için, istenilen düzeye ulaşamayan temel alışkanlıkları ( yemek, uyku, tuvalet, temizlik ) kazanma yolunda olumlu adımlar atabilir.

Burada değişik yetişkinlerle karşılaşan çocuk, ayrıca yaşıtları ve kendisinden daha büyük ve daha küçük çocuklarla bir arada oynamayı, onların istekleri ile kendi istekleri çatıştığında kimseye zarar vermeden bunun üstesinden gelebilmeyi de öğrenebilir.

Bir okul öncesi kurumda belirli bir zaman dilimi içinde bir sıra düzen izleyen faaliyetler, çocuğun zaman kavramını ve bunun insan yaşamındaki yerini ve önemini öğrenmesine yardımcı olur.

Okul öncesi kurum, öğretmenin denetim ve uyarıları ile çocuklara okuldaki eşyaları ve oyuncakları ortaklaşa kullanmayı birbirlerinin sırasını ve hakkini gözetmeyi ve birbirleri için bir şeyler yapabilmeyi öğretebilecek en iyi ortamlardan birisidir.

Yemek sırasında arkadaşlarına ekmek servisi yapmanın, onların bardaklarına su doldurabilmenin çocuk için zevkli bir uğraş olduğu kadar gelecekte kuracağı insan ilişkileri için de olumlu bir temel oluşturacağı kuşkusuzdur.
Çocuklar evde yapamadıkları birçok faaliyeti anaokulunda gerçekleştirirken, arkadaşları ile konuşarak onların düşüncelerinden haberdar olurlar. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini rahatça ifade edebilirler.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM VE YABANCI DİL

Niçin çocuklar kolay bir şekilde dil öğrenme yeteneğine sahiptirler?

Çocuklar için 0–6 yaş arası dönem yabancı dil öğrenme açısından hayati öneme sahiptir. Doğumdan itibaren 6 yaşına kadar çocuğun beynindeki nörofizyolojik mekanizma çok aktiftir ve bu mekanizmanın yardımıyla dil otomatik olarak beyne kaydedilmektedir. Çocuk duyduklarını adeta bir kasete kaydedercesine beynine kaydetmektedir. Dil öğrenimi bir süreçtir. Bu sürecin en önemli adımlarından biri 0–6 yaş grubundayken atılmalıdır. 6 yaşından sonra yabancı dil eğitimine başlayan çocuklarda, dil dağarcıkları sonradan öğrendikleri az sayıdaki kelimelerle sınırlı kalmış ve üstelik bu kelimelerle cümle oluşturabilme özelliğine de sahip olamamışlardır. Bunun sebebi nörofizyolojik mekanizmanın etkinliğini kaybetmesinden başka bir şey değildir.

Anne-baba’nın çocukla beraber yabancı dil konuşması, öğrenilen yabancı dili aktif olarak ev ortamına taşıması öğrenme sürecini kolaylaştırır. Tabii ki çocuğun gönüllü olması çok önemlidir.Çocuk hiçbir zaman için zorlanmamalıdır.

ANAOKULUNA GITMEK ISTEMEYEN ÇOCUGA NASIL YARDIMCI OLUNABILIR?

Anaokuluna gitmek istemeyen çocuk genellikle kuralsız ve özgür ortamda, dilediği gibi yaşamını sürdürmeyi yeğleyen çocuktur. Çocuk merkezli ev ortamında ilkeler ortaya kesin hatlarıyla konmadığı zaman kurumdaki yemek, uyku çocuk için göze batan, rahatsız edici unsurlar olmaya başlar. Çoğunlukla koruyucu ve aşırı hoşgörülü ( gevşek ) aile ortamlarından gelen çocuğun okul çevresinde kaygısı artar. Çocuk evdeki kuralsız dünyasında büyükannesine her şeyi yaptırabilmektedir. Düzenini de bozmak istememektedir.

Çocuğun anaokulunu reddetmesi halinde, ana-baba, büyükanne ve büyükbabadan herhangi birinin çocuktan yana tutumu ona güç verir ve tepkisi büyür. Oysa çocuğun katıldığı ilk sosyal kuruma uyumu önemlidir. Okula gidişinin tüm aile üyelerince desteklenmesi beklenir. Burada önemli ölçütlerden birincisi, çocuğun kurumda ana-babanın yanında arkadaşlarıyla oynayabilmesi, ikincisi ise, ana-baba kurumdan ayrıldığında ağlamayı kesip oyun faaliyetine girebilmesidir. Bunların gerçekleşmesi halinde, çocuk kuruma uyum konusunda zorlanmalıdır.

Bu amaçla ailenin tüm bireyleri, çocuğun kuruma gitmesi konusunda görüş birliği içinde olmalıdır. Çocuk servise ya da anaokuluna, bağımlı olmadığı ebeveyni tarafından götürülmeli, okula gitme konusunda hiçbir şekilde ödün verilmemelidir. Uyum konusunda zorlanan çocuk için çeşitli yöntemler uygulanabilir.

Örneğin ebeveyn çocuktan kademeli uzaklaşma yolunu seçebilir. Birinci gün salonda, ikinci gün bahçede kalan anne, üçüncü gün öğlen yemeğine uğramakla yetinebilir. Üçüncü gün sonrasında ise annenin okula uğramasına bile gerek duyulmamakta aksine anne-babanın okulda çocuğa görünmesi telafisi zor olan sonuçlar doğurabilmektedir.

KREŞE/ANAOKULUNA YENİ BAŞLAYAN ÇOCUKTA UYUM SÜRECİ

Kreş/Anaokuluna başlama hem aile için, hem de çocuk için çok önemli bir adımdır.

İlk üç yıl içinde çocuk model olarak gördüğü anne ve babasından alabileceğini alır ve kendisine tanınan fırsatlar ölçüsünde bir psiko-sosyal olgunluğa varır; ancak bu gelişim sınırlıdır. İşte bu dönemde okul öncesi eğitim devreye girerek çocuğun gelişim alanlarını destekleyici çalışmalar yapar.Kreşe/Anaokuluna başlama olayı çocuğun toplumsallaşma sürecinde çok önemli bir basamaktır.

Okul öncesi eğitim, bir anlamda çocuğun aile dışına attığı ilk adım olarak düşünülmelidir.

Çocuk,kreş/anaokuluna başladığı zaman tüm kurallarını bildiği aile ortamından henüz hiçbir kuralını bilmediği, tanımadığı kişilerin bulunduğu bir ortama girmektedir.Bu yeni durum, tabii ki çocuklarda uyum sorunu yaratabilir.

Kreş/anaokuluna yeni başlayan çocukta, başlangıçta belirsizlik ve terk edilme(ayrılma) kaygısı yaşanır. Çoğunlukla koruyucu ve aşırı hoşgörülü aile ortamından gelen çocuklarda bu kaygılar daha yoğun yaşanır.
Ancak çocuk ortama alıştıktan ve öğretmenlerini tanıdıktan sonra kaygılar ortadan kalkar.

Bu süreç içinde aileler de bir çok kaygı yaşamaktadır. Bazen aileler çocuklarından ayrıldıkları için kendileriyle ilgili suçluluk ve kaygı duyguları yaşarlar ki bu sinyaller çocuğun okul korkusunu arttırıcı bir faktör olabilmektedir.Bu nedenle annenin kararlılığı ve iç rahatlığı çocuğun uyum süreci için çok önemlidir. Yani çocuğun anaokulu/kreşe başlama sürecinde annenin de duygusal olarak hazır olması gereklidir. Çocuğun ayrılırken duygusal olarak annenin üzüntü ve kaygısını hissetmesi uyum sürecini zorlaştırmaktadır.

Uyum sürecindeki tepkiler bireysel farlılıklar göstermektedir. Bazı çocuklar ilk üç gün ya da bir hafta ilgili ve istekli olur. Kreş/anaokul onun için park gibidir. Ama zamanla annesi ile birlikte olmak ister,sürekli okula gelmenin anlamını yeni kavrar ve tepki gösterir. Diğer bazı çocuklar ise en baştan itibaren anneden ayrılmak istemez. Sınıfa gelmesini,yanında olmasını,annesinin yedirmesini ister ve doğal olarak ağlama gözlenir.

Kreş/anaokula uyum sağlama konusunda yaşanan sorun yalnızca anneden ayrılma zorluğu değildir. Evlerinde bakıcı bulunan birçok çocuk daha önceden anne ile ayrılığı yaşamıştır fakat ayrılığı güvenli, tanıdık bir ortamda kendi oyuncakları ile beraberken yani kendi evinde yaşamıştır.

Okula başladığında ise bu güvenli ve tanıdık ortamı bulamaz. Yeni çocukların bulunduğu farklı bir ortamdır artık. Örneğin; eşyaları başkalarıyla paylaşmayı kabul etmek onun için oldukça zordur(özellikle ben-merkezce olduğu bu dönemde)

UYUM SÜRECİNDE AİLE’NİN YAPABİLECEKLERİ

*Ailenin göstereceği kararlılık, sabır,okul öncesi eğitime ve başladığı eğitim kurumuna gösterdiği inanç ve güven çocuğun uyumunu kolaylaştırır.

*Kreş/anaokul hakkında çocuğa açıklama yapmak ve kreş/anaokulunu tanıtmak uyumu kolaylaştırır. Çocuğun okulu sevmesi ve istemesi uyumu için aile çocukla birlikte okula gitmeli,çocukla okulun her tarafını (grupları,oyun salonlarını, yatakhaneyi, yemekhaneyi, tuvalet ve lavaboları vb.)gezmeli,çocuğu öğretmen ve idarecilerle tanıştırmalı.

*Kreşin/anaokulunun sadece çocukların bulunduğu bir yer olduğu söylenip anne ve babaların bulunmadığı, işe gittiği açıklanmalıdır.

*Aile çocukla okula geliş gidiş saatleri ile ilgili konuşmalı, sadece belli bir zaman dilimi içinde kreş/anaokulunda kalacağı söylemeli, onu alabileceği süreyi onun anlayacağı terimlerle anlatıp, o süreyi geçirmeden almaya dikkat etmelidir.

*Kreş/anaokulun her gün gidilmesi gereken oyun,arkadaş ve eğitim yeri olduğu anlatılmalı ancak abartılmış ve yanlış bilgi verilmemelidir. Aksi durumda çocuk kendisine anlatılanlarla bulduklarını karşılaştığında aradığını bulamayacak ve okula güveni kalmayacaktır

*Özellikle ilk günlerde çocuk kapıdan teslim edilip kapıdan  teslim alınmalı,vedalaşma mümkün olduğunca kısa tutulmalı. Vedalaşmada çocuk ağlamaya başlasa bile ayrılma konusunda kararlı davranılmalı. (Onu öpüp “Ben şimdi gidiyorum”deyin ve geri geleceğinizi söyleyin. Bunun ne zaman olacağını onun anlayacağı terimler çerçevesinde ifade edin. Sonra elinizi sallayıp yolunuza devam edin. İyi olduğunu kontrol etmek için durup arkaya göz atmayın.)

*Çocuk kreş/anaokuluna birlikte geldiği ebeveyni yanında ağlıyor,onun gitmesine izin vermiyorsa okula bağımlı olmadığı bir kişi tarafından  getirilmeli ve okula düzenli devam etmesi konusunda ısrarlı olunmalıdır.Yakınmaya devam etse bile sakin ve kararlı davranılmalıdır.(Okula düzenli devam etmesi ve karşı çıkmaması durumunda daha sonra verilmek üzere bir takım küçük ödüller de sunulabilir)

*İlk günlerde fazla soru sormak,kurumu fazla övmek,ne yediği ile ilgilenmek çocuğun uyumunu bozabilir. Sadece ”Günün nasıl geçti?” diyerek kendisinin anlatması beklenilmeli (Çocuğunuzun durumuyla ilgili istediğiniz sıklıkta telefon ederek direkt kurumdan bilgi alınız.(Yedi-yemedi;Ağlıyoroynuyorvb.))

*Çocuğun kreş/anaokulu reddetmesi durumunda, büyükanne/büyükbaba gibi aileden birinin çocuktan yana tutum göstermesi, ona güç verir ve tepkisini büyütür. Okula gidiş tüm aile bireyleri tarafından desteklenmeli ve aile bireyleri uyum içinde olmalıdır.

*Aile kurum ve personel hakkındaki olumsuz duygu ve düşüncelerini çocuğun yanında konuşmamalı, idare ile iletişime geçmelidir. Ayrıca aile çocuğa okulda mutlu olacağını, güvenlikte olacağını,orada onunla ilgilenecek bir öğretmeni olacağını, isteklerini öğretmeni ile paylaşabileceğini söyleyerek çocuğun öğretmenine karşı güven duymasını sağlamalıdır.

*Uyum sorunları hafta basından hafta sonuna doğru aşağı ivme gösterecektir.Ancak hafta sonundan sonra bu ivme tepe yapabilir. Bu normal bir süreçtir. SABIR-SAKİNLİK-KARARLILIK bu süreci kısaltıcı faktörlerdir.

*Çocuk kreşe bırakıldıktan sonra(hastalık ve özel durumlar hariç)veli/velisinin bilgisi dahilinde tanıdığa verilmesi;çocuğun kreşe getirildikten sonraki zamanın geçirilmesinde sıkıntı yarattığı için uygun değildir.

Okul Öncesi Çocukta Uyum Sorunları

Yaşamın ilk altı yılını kaplayan okul öncesi dönem, çocuğun bedensel zihinsel, duygusal ve toplumsal gelişiminin süratli olduğu, karakter ve kişilik yapısının şekillenmeye başladığı, temel alışkanlıkların da çocuğa kazandırıldığı dönemdir. Bu dönemde, çocuğun her yönüyle en iyi şekilde yetişmesine özen göstermek, çocukta kötü alışkanlıkların oluşmamasına çalışmak, aileye olduğu kadar okul öncesi eğitim kurumuna düşen görevlerdir.

Okul öncesi çocukta en sık şikâyet konusu olan sorunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: temel alışkanlıkların kazandırılmasında güçlükler, okul fobisi, aşırı hareketlilik veya çekingenlik,tikler... Bu sorunların her birini ele alıp, nedenlerini keşfetmek, nedenleri ve sorunları gidermek, aile ile okul öncesi eğitim kurumunun işbirliği halinde yapacağı görevlerdir.

Çocuğa Yemek, Uyku ve Tuvalet Alışkanlıklarını Kazandırmada Karşılaşılan Güçlükler: YEMEK SORUNU

Sağlıklı gelişmenin ilk şartı yeterli ve dengeli beslenmedir. Çocuğun sağlıklı büyümesinde düzenli beslenmenin rolü büyüktür. Yemek konusunda sorun yaratmayan çocuk iyi gelişir, ailesi tarafından kolay çocuk olarak nitelendirilir. Yeterli gıda alamayan, düzenli yemeyen, yemek seçen, yemeklerden sonra kusma nöbeti geçiren sağlıklı gelişemez, ailesi tarafından problem çocuk olarak değerlendirilir.

Yapılan araştırmalar göstermiştir ki,yemek sorunu çok nadir hallerde bedensel bir nedene bağlanabilmektedir.Genellikle üzerine fazla düşülen, yemek olayına aşırı hassasiyet gösterilen ve çocuğun sağlığı ile gereğinden çok ilgilenilen ailelerde, çocuğun yemek yememesi yaygın bir sorundur. Yine yemek konusunda aşırı katı davranılan evlerde, endişeli ve huzursuz annelerin çocuklarında, yemek sorununa çok sık rastlanmaktadır. Kararlı bir disiplin uygulamayı başaramayan, şantaj ve tehdidi eğitim aracı olarak kullanan ailelerde de beslenme olayı başlı başına bir sorundur. Çocuğuna aşırı derecede düşkün olan anneler, çocuğunun büyüdüğünü dikkate almaz, bebek muamelesi yapar ve kendi kendine yemesini engeller.Çocuğunun sağlığı konusunda gereksiz şekilde endişelenen anneler, çocuk yeterli gıdayı alamaz korkusuyla ona pürelerle, hatta biberonla beslerler, çocuk kendi başına yiyebilecek durumda olsa da kendileri beslemeyi tercih ederler. Çocuğun eğitiminde tutarsız bir disiplin uygulayan ailelerle, aşırı katı ve otoriter bir tutum içinde olanlar, çocuğun düzenli yemesini ve her gıdayı almasını isterken çocuğa baskı yapar, yemek konusunu ailenin en önemli sorunu haline getirirler.

Bu aileler çocuklarını hırpalar, döver,aç bırakırlar, böylece çocuğa düzenli yeme alışkanlığını kazandıracaklarını zannederler. Bazı aileler de yemekten başka hiçbir sorunu önemsemez, bütün ilgi ve dikkatlerini çocuğun beslenmesi üzerinde yoğunlaştırırlar. Bu ailelerde çocuğun yemek yemesi için rüşvet, tehdit ve pazarlık, en sık başvurulan çözümlerdir.

Sözü geçen bu ailelerde,annesinin hassasiyetini fark eden çocuk, saatinde yemez, yeme olayını saatlerce sürdürür, bazı yiyecekleri reddeder, her yemekte oyun veya video ister, her yemekten sonra bir ödül bekler. Beslenme işini olay haline getirmekle çocuk, sanki açığa vuramadığı bazı duyguları dile getirmeyi başarır. Bu duygular; endişeli bir anneyi cezalandırma, ilgisiz bir babanın dikkatini çekme, aşırı otoriter bir anneye karşı gelme, ailenin ilgisini kıskanılan kardeşten kendine doğru çekme olarak ele alınabilir. Burada yapılması gereken; öncelikle çocukta bir sağlık sorununun olup olmadığını araştırmak, fizyolojik bir bozukluk olmadığı takdirde, bu sorunun nedenini ailede veya çocuğun yakın çevresinde aramaktır.Sorunun nedenini keşfettikten sonra da, nedeni ve sorunu ortadan kaldırmaktır.

Yemek İstemeyen, Yemek Seçen Bir Çocuğun Sorununun Çözümünde Okulda Yapılabilecekler Şöyle Sıralanabilir:

  • Çocuğu okula geldiği ilk günlerde yemek konusunda zorlamamak, öncelikle okula uyumunu sağlamak
  • Çocuğa, okulu ve öğretmeni sevdirdikten sonra, yemek servisinde öğretmene yardım etme fırsatını vermek
  • Yemek miktarını ayarlama işini çocuğa bırakmak
  • Yemediği zaman görmemezlikten gelmek, yediği zaman fark etmek ve kendisine hissettirmek
  • Yemekten önce ve sonra, yemekle ilişkili davranışlardan el-yüz yıkama, diş fırçalama gibi hoşa giden davranışları yapmasına olanak tanımak
  • Sınıfta beslenmenin yararı, farklı yiyeceklerin faydası, vitamin ve proteinlerin sağlık üzerindeki etkileri hakkında konuşmak
  • Sorunun gerçek nedenini bulabilmek için çocuğa kendini ifade edeceği serbest konuşma, sohbet, resim çizme, boyama,su ve taklit oyunları gibi faaliyetlerde bulunma fırsatını vermektir.
  • Bu arada çocuğu yemekte zorlamak,yediğinden fazlasını yemesi için israrcı olmak, sevmediği her şeyi yemeye zorlamak, iştahlı çocuğun yemesini engellemek, iştahsız çocuğa anlayışsız davranmak, çocuğa oyun ve masalla yemek yedirmek, yemek konusunda katı ve acımasız davranmak, kaçınılması gereken hatalardır.

UYKU SORUNU

Çocuğun sağlıklı büyümesinde, dengeli beslenmenin rolü ne kadar büyükse, düzenli uykunun önemi de o kadar büyüktür.Belli saatlerde, belli sürelerde uyumayı öğrenmek, belli saatlerde belli miktarda yemeyi öğrenmek gibi, okul öncesi dönemde kazanılması gereken alışkanlıklardandır. Zamanında uyuyan, uykuya giderken olay çıkarmayan,uyuduktan sonra sık sık uyanmayan çocuk rahat büyük, sağlıklı gelişir. Oysa uykusu düzensiz olan, gece geç saatlere kadar yatmamakta direnen, yetişkini saatlerce yatağının başında esir tutan, oyun ve masalsız uyumayan, uyuduktan kısa bir süre sonra uyanan geceyi anne-baba yatağında geçiren çocuk, ailesi için problem çocuktur. Çocuğun akşamları vaktinde uyumaması, anne ile babanın baş başa kalacakları sırada onları huzursuz etmesi, geceleri anne-baba yatağını paylaşması, çoğu zaman evde sorun yaratır, bu sorun çoğunlukla anneyi yorar,zaman zaman da anne-baba ilişkilerini zedeler.

Uzmanlara göre, geceleri uyuma konusunda güçlük çıkaran çocuklar, genelde asabi, öfkeli ve hırçın çocuklardır, gündüzleri de huzursuz ve aşırı hareketlidirler. Bu çocuklarda büyük bir enerji vardır, bunlar yorulmak bilmezler, yorulsalar da dinlenmeye ihtiyaç duymazlar,bu çocukların yoruldukça uykuları kaçar. Bunlar ya anne-babanın yatmasını beklerler, ya da beklenmedik bir anda bir köşede uyuyakalırlar, ancak uykuları kısa süreli ve huzursuzdur.

Uyku sorunu olan çocukların incelenmesi göstermiştir ki, bu sorun nadir hallerde bedensel veya nörolojik bir nedenden kaynaklanmakta, pekçok vakada uyku bozukluğu psikolojik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Psikolojik kökenli uyku bozuklukları, çocuğun üzerine fazla düşülen veya çocuğa yeterli ilgi gösterilmeyen evlerde, uyku konusunda aşırı titiz, katı ve otoriter olan ailelerde yaygındır. Yine kalabalık ve gürültülü ortamlarda, anne-baba geçimsizliğinin yoğun olduğu evlerde, kardeş kıskançlığının görüldüğü ailelerde, uyku sorununa sıklıkla rastlanmaktadır.

Uyku bozukluğu olan bazı çocuklar karanlıktan ve yalnızlıktan korkarlar, bu çocuklar akşam uyku saati gelince huysuzlaşmaya başlarlar. Yalnız yatmak istemezler, uyuyuncaya kadar yanlarında birini ararlar, yanlarındaki kişi odayı terk eder etmez uyanırlar. Bu çocuklardan bazıları parmak emerek, yorgan veya yastığın ucunu kemirerek,sallanarak veya mastürbasyon yaparak uykuya giderler. Bazı çocuklar uykuya daldıktan bir süre sonra ağlayarak uyanırlar, gördükleri kâbusun etkisinde kalırlar, tekrar uyumakta güçlük çekerler. Bu durum karşısında bazı aileler çocuğu sallayarak veya kucakta dolaştırarak uyutur, uyuması için her kaprisine göz yumarlar, böylece çocuğun uyku alışkanlığını kazanmasını engellerler. Bazı aileler de çocuğun karanlık veya yalnızlıktan korktuğunu kabullenmez, uyku konusunda çocuğa baskı yaparlar, böylece çocuğun ürkekliğini ve tedirginliğini pekiştirmiş, uyku alışkanlığını da kazandıramamış olurlar. Oysa uyuyamayan çocuğu anlayışla ele alıp, uyuyamama nedenini araştırarak, onu yalnız uyumaya alıştırmak için çaba harcasalardı, uyku bozukluğu belki de bir süre sonra giderilmiş olacaktır.

Çocuğun uykusunu düzenleme konusunda anaokulunda yapılabilecekler:

  • Çocuğun ilk günden itibaren uyumasın istememek
  • Uyku konusunda çocuğu zorlamamak
  • Okula uyumunu sağladıktan sonra,çocuğun uyumasını değil de dinlenmesini istemek, gözlerini kapatmadan uzanarak dinlenmesini sağlamak
  • İstirahatta iken çocuğa ilgi göstermek, sorununu keşfetmek için onunla sohbet etmek
  • Uyku odasını düzenlemede onun öğretmene yardımcı olmasını sağlamak
  • Dinlenmenin yararını tartışmak
  • Dinlenmediğinde yeterince güçlü olamayacağından, bazı faaliyetlere katılamayacağını anlatmak
  • Uykudan önce gerginliğini atlatmasına ve rahatlamasına fırsat vermek
  • Çocuğun gerginliğini veya korkusunu gidermek için çeşitli yaratıcı faaliyetlerden, su oyunlarından, dramatik oyunlardan yararlanmasını sağlamaktır.

TUVALET SORUNU

Sağlıklı beslenen, uyku ihtiyacını düzenli bir şekilde gideren bir çocuğun temizlik alışkanlığını zamanında kazanması aile tarafından beklenen bir durumdur. Temizlik veya tuvalet alışkanlığı kazandırılamayan çocuklarda sıklıkla görülen sorunlar: alt ıslatma ve dışkılama bozukluklarıdır.

Genellikle çocuklar iki yaş dolaylarında çişlerini tutmayı öğrenirler. Ancak çocukların bir kısım 2-3 yaşlarına kadar gündüz, 3-5 yaşlarına kadar da gece zaman zaman altlarını ıslatırlar. Çocuğun 5 yaşından sonra altını ıslatmasına enuresis denir. Alt ıslatma sadece gündüz (enuresis diurna), veya sadece gece (enuresis nocturna) olabileceği gibi, hem gece hem gündüz (mixte enuresis) olabilir. Bazı çocuklarda doğumdan itibaren hiç temizlenmeden altını ıslatma (primer enuresis) görülürken, bazılarında belli bir süre temizlendikten sonra altını ıslatma (sekonder enuresis) görülür.

İstatistiklere göre çocukların %10-15'inde, ergenliklerin de % 2'sinde saptanan altını ıslatmaya erkeklerde,kızlardan iki kat daha sık rastlanmaktadır. Son çocuklukta veya ergenlikte kaybolduğu dikkati çeken altını ıslatma, asabi çocuklarda ve uyum güçlüğü gösterenlerde daha asık görülmektedir. Derin uyku, altını ıslatan çocukların belirgin bir özelliği olarak kabul edilmektedir. Bu çocukların ailelerinin bir kısmında da, altını ıslatmanın görüldüğü bilinmektedir. Alt ıslatmanın türü ve sıklığı ne olursa olsun, bunun nedenleri araştırılmalıdır. Genellikle bu nedenler; bedensel ve psikolojik olmak üzere iki grupta toplanabilir.Fizyolojik nedenlerin primer enuresiste daha etkili olduğunu vurgulayan tıp uzmanlarına göre, böbrek ve idrar yollarındaki rahatsızlıklar ve iltihaplanmalar,tiroid ve hipofiz yetersizlikleri, gece gelen epilepsi nöbetleri ve sinir sisteminin gelişimini engelleyen nörolojik bozukluklar, alt ıslatmanın bedensel nedenlerindendir.

Şiddetli heyecanlar, korkular, okula başlama nedeniyle anneden kopma gibi duygusal şoklarla, bir kardeşin doğumu,anne baba geçimsizliği, aileden aşırı veya yetersiz ilgi görme gibi durumlar da alt ıslatmaya yol açabilen psikolojik nedenlerdendir. Alt ıslatmadan daha az görülen dışkı kaçırma da tuvalet alışkanlığını kazanmamış olan çocuklarda görülen, ailelerin kabus olarak nitelendirdiği bir başka sorundur.

Araştırmalara göre, dışkı kaçırma, aşırı titiz annelerin çocuklarında, stresli ve gergin bir aile ortamında büyüyen çocuklarda, çok küçük yaşlarda tuvalet alışkanlığı kazandırılmak istenen çocuklarda, daha sık rastlanan bir sorundur. Alt ıslatmaya yol açan bedensel ve psikolojik nedenlerin, dışkı kaçırmada da etken oldukları gözlemlenmektedir.Alt ıslatma da, dışkı kaçırma da anne-babanın anlayışlı, sabırlı ve kararlı yaklaşımı ile giderilebilecek sorunlardır.

Altını ıslatan veya dışkı kaçıran çocuğu alay, tehdit, azar ve dayak gibi yöntemlerle eğitmek ne kadar hatalı ise, aşırı koruma, acıma, aşırı ilgi gösterme, bebek muamelesi yapma gibi yöntemlerle eğitmek de o kadar hatalıdır. Bezlenme çağını geçmiş bir çocuğu bezlemek, onu sık sık yıkayarak onda iğrenme duygusu yaratmak, utandırmak, bu özelliğinden ötürü arkadaşlık kurmasını engellemek, misafirliğe gitmesini önlemek, üşütür endişesi ile aşırı korumak, spordan mahrum etmek, sorununa aşırı ilgi göstermek, kaçınılması gereken eğitimsel hatalardır.

Tuvalet Alışkanlığını Kazanamamış Çocuklar İçin AnaOkulda Yapılabilecekler Şöyle Özetlenebilir:

  • Konuya aşırı ilgi göstermeden,çocuğu düzenli olarak tuvalete götürmek veya göndermek
  • Çocuğun özellikle uyku saatinden hemen önce ve dinlenme saatinde tuvalete gitmesini sağlamak
  • Kirlendiği zaman olayı büyütmemek,temiz ve kuru olduğu zaman yüreklendirmek
  • Sorunun bedensel veya fizyolojik bir nedene bağlı olmadığından emin olmak
  • Çocuğun gerçek sorununu keşfetmek için aile ile diyalog kurmak, işbirliği içinde olmak, onu rol alma, gevşeme teknikleri ile rahatlatmak
  • Çamur, kil, toprak ve kumla oyun oynamasına fırsat vermek
  • Resim yoluyla veya taklit oyunlarıyla kendisini ifade etmesine imkân sağlamak
  • Çocuğun ailesi ile diyalog kurup sorunun başlama tarihi ve geçmişi hakkında bilgi toplamak
  • Aile ile işbirliği sonucu soruna çözüm getirilmemişse, bir uzmana göndererek davranış tedavisine giderilmesini önermek

MASTÜRBASYON

Çoğunlukla cinsel organı ile oynama şeklinde görülen mastürbasyon, ailede endişe, heyecan hatta panik yaratan bir davranıştır. Küçük çocuk tesadüfen keşfettiği bu davranıştan zevk aldığını görünce, bunu sürdürür. Eğer çocuk aileden tepki görmezse, bu davranış zaman içinde kaybolur veya azalma gösterir. Eğer ailenin tepkisi büyük olursa, çocuk bu davranışı gizlice sürdürme yoluna gider. Gizli yaptığı bu davranış bir yandan ona zevk verirken, öte yandan onda korku ve suçluluk duygusunun doğmasına neden olur.

Mastürbasyon hiçbir sorunu olmayan çocuklarda görülebildiği gibi, sıkıntılı, ürkek, güvensiz ve endişeli çocuklarda sıklıkla görülebilir. Bazı çocuklarda da yalnızlık, üzüntü hallerinde tekrarlanan bir davranış olarak görülebilir. Araştırma bulguları mastürbasyonun, yalnız büyüyen çocuklarda, sevgi ve ilgiden yoksun büyüyenlerde, aşırı disiplinin egemen olduğu evlerde, ailenin cinsel konulara aşırı duyarlı olduğu evlerde daha çok görüldüğünü ortaya koymuştur. Bazı çocuklarda sadece uykuya dalmadan önce mastürbasyon yaparken, bazıları masal dinlerken veya televizyon seyrederken, bu davranışı yaparlar, bazıları da özellikle sıkıntılı oldukları anlarda ve gerilimlerini gidermek için bu davranışa başvururlar.

Erkek çocuklarda kızlardan daha çok görülen bu davranışı yok etmek amacıyla çocuğu azarlamak veya dövmek, onunla alay etmek, cinsel organının kopacağını söyleyerek korkutmak, hastalanacağını anlatarak ürkütmek, cinsel organını kesmekle tehdit etmek, kaçınılması gereken hatalarıdır. Bu hatalar zaten endişeli olan çocuğun daha huzursuz olmasına yol açar ve kendisinde var olan suçluluk duygusunu pekiştirir.

Bu Çocuklar İçin AnaOkulunda Yapılabilecekler:

  • Çocuğu tanımaya çalışmak
  • Çocuğun ev, aile ve okul içindeki yerini belirlemek
  • Bu davranışın altındaki gerçek nedeni keşfetmek
  • Çocukla iyi bir diyalog kurmak,ihtiyaç duyduğu sevgi ve ilgiyi göstermek
  • Çocuğun kendini ifade etmesine ve sorunlarını dile getirmesine olanak tanımak
  • Çocuğa yaratıcı etkinlikler ve dramatizasyon oyunları için gerekli malzemeyi sunmak
  • Çocuğun evde ve okulda huzurlu ve mutlu olmasını sağlamaktır.

PARMAK EMME

İlk aylarda doğal bir davranış olarak kabul edilen parmak emme, daha sonra uyumsuzluk belirtisi olara nitelendirilir.Bazı uzmanlar, anne sütü ile beslenmemiş olan çocuklarla, annesi tarafından beslenmemiş olanlarda ve huzursuz bir aile ortamında büyümüş olanlarda, parmak emmenin çok sık görülebileceğini ileri sürerler. Bazı uzmanlar da, parmak emen çocukların, bebeklikte anne ilgisinden yoksun kaldıklarını, bu nedenle onlardagüven duygusunun yeterince gelişmediğini savunurlar. Parmak emmenin, güvensiz,sıkıntılı ve stresli çocuklarda sık görülmesinin şaşırtıcı olmadığını söylerler.

Bazı çocuklar sadece uykuya giderken,bazılar ise gün boyunca parmak emerler. Gün boyunca parmak emenler, televizyon seyrederken, kendilerine masal anlatırken veya kitap okunurken kendilerini bu davranışa kaptırırlar, bazıları oyun oynarken bile bu davranışa yer verirler.Özellikle sıkıntılı olduklarında, azarlandıklarında veya üzüntülü olduklarında bu davranışa sığınırlar.

Başlangıçta tesadüfen keşfedilen veya zevk verdiği için yapılan parmak emme, zamanla alışkanlık haline gelir. Hele anne-baba, çocuğunu parmak emerken her yakaladığında, azarlar, mikrop kapıp hastalanacağını anlatırsa, bebekleştiğini söylerse, onunla alay ederse, bu alışkanlık iyice yerleşir. Çocuğu bu alışkanlığından vazgeçirmenin yolu, bu konuda sabırlı davranmak, sürekli uyarıdan kaçınmak, olayı önemsemez görünmektir.

TIRNAK YEME

Uzmanlar tırnak yemeyi bir saldırganlık belirtisi, kişinin kendine yönelik bir saldırganlığı olarak değerlendirirler.Çoğunlukla sıkıntılı, içe dönük, güvensiz, ruhsal gerginlik içinde olan bünyelerde daha sık görüldüğünü ileri sürerler. Bazen de sıkıntı, stres,yorgunluk ve üzüntü, problemsiz çocuklarda da bu davranışa yol açabilir.

Tikli Bir Çocuğu Bu Alışkanlığından Vazgeçirmek İçin Anaokulunda Yapılabilecekler Şöyle Sıralanabilir:

  • Öncelikle çocuğu tanımak, hangi hallerde bu tikin ortaya çıktığını ve şiddetlendiğini araştırmak
  • Bu tikin altında yatan psikolojik nedeni keşfetmeye çalışmak
  • Çocuğun aile içi ilişkilerini araştırmak
  • Çocukta iyi bir diyalog kurarak boşalmasını sağlamak
  • Konuşarak rahatlayamayan bir çocuk ise, dramatizasyon tekniklerinden ve yaratıcı etkinliklerden yararlanmak
  • Çocuğun kil, kum, su, hamur, çamur gibi malzemeleri kullanmasını önermek
  • Çocuk büyüdükten sonra da, kendisinin katılımıyla ve davranışçı terapi yöntemleri ile tikinden kurtulmasını sağlamak

ÇEKİNGENLİK -İçe dönüklük

Bazı çocuklar çekingendirler, içe dönüktürler,kapalı ve sessizdirler. Bu çocuklar yaşıtları ile ilişki kurmada zorlanırlar,arkadaşla birlikte olmaktansa yalnız olmayı tercih ederler, yaşıtlarından çekinir bazı hallerde kendilerinden küçüklerle bir araya gelirler. Bazı hallerde de annelerinin eteğinden ayrılmaz, büyükanneleri hatta babaları ile yalnız kalmaktan kaçınırlar. Annelerinden ayrıldıklarında ilk tepkileri ağlama olur. Kendilerine sözlü olarak ifade etmekten çekinir, kendilerine bir soru sorulduğunda, bazen cevaplandırmaz, başkalarını öne eğerler, nadir hallerde de göz veya baş hareketi ile cevaplandırmakla yetinirler.

Araştırma bulgularına göre, çekingen çocuklardan bazılarında, güvensizlik ve huzursuzluk, bazılarında gizli saldırganlık görülebilir. Bu çocuklar arkadaş grubu veya okul ortamı içinde olduklarında, oyuna katılmak isteseler de, kendilerinde bu cesareti bulamazlar.Mutlaka birisi onları, elinden tutup oyuna sokmalıdır, oyuna girdikten sonra da mutlu oldukları dikkati çeker. Bu çocukları sosyalleştirmek için, öncelikle annelerinden kopmalarına yardım etmek, sonra bir arkadaşla birlikte olmalarına fırsat vermek, daha sonra da bir arkadaş ya da faaliyet grubuna girmelerini sağlamak gerekir. Başarılı ve mutlu olabilecekleri bir alanın keşfedilmesi onları huzurlu kılar.

Çekingen çocukların uyum sorununun giderilmesinde okula düşen görevler şunlardır;

  • Çocuğun kabuğundan çıkmakta güçlük çekeceğini kabullenmek ve sabırlı olmak
  • Çocuğu, ilk günden bir faaliyete katılması için zorlamamak, bilakis hoşlandığı faaliyetleri bir süre karşıdan izlemesine izin vermek
  • Zaman zaman bir köşede yalnız oynamasına fırsat vermek
  • Önce öğretmenle, sonra tek arkadaşla diyalog kurmasını sağlamak
  • Çocuğun çekingenliğinin nedenini araştırmak
  • Çekingenlikten kurtulabileceği su,kum, kil, çamur, boya gibi malzemeleri kumlanmaya teşvik etmek
  • Yaratıcı faaliyetlere yönlendirmek
  • Dramatik oyunda rahatlamasını sağlamak
  • Çocuğa başarı ve deşarj alanları bulmak.

TİKLİ ÇOCUK

Çocuklarda en yaygın olan tikler; parmak emme ve tırnak yemedir. Bunlardan başka, baş, boyun ve dudak hareketleri,gırtlak temizleme türünden sesler çıkarma, burun çekme, saç koparma sık görülen tiklerdir.

OKUL FOBİSİ

Okul fobisi, çeşitli nedenlerden ötürü çocuğun okula gitmek istememesi, okula gitmeme konusunda direnmesidir. Okul fobisi teşhis edilen çocuklarda görülen bazı ortak özellikler şunlardır:Çoğunlukla okul sabahları gözlenen ve tatil günleri kaybolan baş ve karın ağrıları, zaman zaman kusma şekline dönüşen mide bulantısı ve mide krampları,ağlama, terleme, titreme gibi sıkıntı belirtileri... Bunlar aileleri şaşkına çeviren şikâyetlerdir. Bazı aileler çocuklarına inanır, şikâyetlerini ciddiye alır, onu tedavi ettirmek amacıyla okula göndermezler. Bazı aileler de, çocuğun şikâyetlerini önemsemez, onu okula gönderme konusunda ısrarlı davranırlar.

Okula gönderilmeyen çocuklar, evde kaldıkları için mutlu olurlar, kısa bir süre sonra şikâyetlerinden kurtulur,sağlıklarına kavuşurlar. Okula ısrarla gönderilen çocukların bir kısmında şikâyetler daha okula varmadan kayboluverir; bir kısmında da bu sıkıntılar yol boyunca devam eder, çocuk okula girip faaliyetlere katıldıktan sonra kaybolur,çocukta rahatlama görülür. Ancak çocuğun bu rahat ve neşeli hali, yatma saatine kadar sürer. Çocuk, akşam yatmadan "Ben yarın okula gitmeyeceğim" diyerek uykuya dalar, ertesi sabah da okula gitmek istemediğini söyleyerek uyanır. Bazı hallerde bu durumun birkaç gün sürdüğü, ailenin olumlu yaklaşımı ve kararlı tutumu sayesinde de kaybolduğu gözlenir.

Bazı hallerde okul fobisinin günlerce,hatta aylarca devam ettiği görülür. Bu çocuklar, okula gönderileceklerini hissettikleri anda tepinir, dövünür, kendilerini yerden yere atarlar. Bu şiddetli tepkilerden ürken anne-baba çocuktan bir sonraki gün okula gideceğine dair söz olarak, onu evde alıkoyarlar, böylece okul fobisinin sürmesine yol açmış olurlar. Okul öncesi dönemde haftanın birkaç gününü evde, birkaç gününü okulda geçirerek bir okul yılını tamamlayan yuva çocuğunun sayısı az değildir.

Okul fobisini yaratan nedenler okuldan veya evden kaynaklanabilir. Okulda sınıf çok kalabalık olabilir, çocuk öğretmenden beklediği ilgiyi göremeyebilir. Çocuğun sınıf öğretmeni çok otoriter olabilir, çocuk da öğretmeninin katı disiplinine uyum sağlayamayabilir. Sınıfta yapılan veya yaptırılan faaliyetler çocuğa zor gelebilir veya belli bir faaliyeti (resim, müzik, yabancı dil gibi bir faaliyeti) başaramama endişesi onu okludan soğutabilir. Alay edilme,beğenilmeme, arkadaşsız ve yalnız kalma endişesi onda okul fobisi yaratabilir.Bazen de okul fobisinin kaynağı, öğretmen veya okul ortamı olmayabilir. Bu durumda sonunun nedeni evde, ailede aranmalıdır.

Çocuğun evden ayrılmak istemeyişinin birçok nedeni olabilir: Bunlar, evde küçük bir kardeşin bulunması, anneyi kaybetme korkusu, anne veya babanın hastalığı, okul açılmadan kısa bir süre önce anne-babanın boşanması veya aileden birinin ölmesi, annenin yalnızlıktan korkması veya çocuğundan ayrı kalmaya hazır olmaması şeklinde sıralanabilir.

Okul fobisinin giderilmesinde aileye de,okula da pek çok görev düşer. Anne ve baba, çocuğuna sakin, soğukkanlı ve anlayışlı davranmalıdır. Anne ve baba çocuğun okuldan uzak kalmaması gerektiğini bilmeli, eğer çocuk okulda mutlu ise, onu okula alıştırmak için her çareye başvurulmalıdır. Aile, çocuğu sakin bir şekilde elinden tutup okula götürmenin yollarını aramalıdır.

Okul fobisi görülen vakalarda,anaokulundan beklenenler şöyle ele alınabilir:

  • Okul bazı konularda aileye hoşgörülü davranmalıdır. Söyle ki:
  • Anne veya babanın çocuğunu okula götürmesi ve kısa bir süre sonra gelip alması
  • Annenin okul servisine çocukla birlikte binmesi ve okulda bir süre çocukla kalması
  • Annenin ilk günlerde, okula gün içinde birkaç kez uğraması
  • Çocuğa gerektiğinde evine telefon etme izninin verilmesi
  • İlk günlerde çocuğun okulda yarım saat veya bir saat kadar kalarak sevdiği bir faaliyeti izlemesi ve zamanla okulda kalma süresinin uzatılması gibi uygulamaları kabullenmek, hatta ailelere önermek
  • Aile-okul işbirliğini sağlamak
  • Çocuğun okulda bağımsızlaşması ve olgunlaşması için fırsat yaratmak
  • Çocuğun okulda ve okul dışında oynayabileceği bir arkadaş bulmasına yardımcı olmak
  • Çocuğun başarılı olabileceği alanları keşfetmek ve çocuğu kendini kanıtlayacağı faaliyetlere yönlendirmek
  • Çocuğun rahatlaması için kendini kolayca ifade edebileceği taklit oyunlarına, drama faaliyetine, evcilik köşesine, kukla oyununa, resim çalışmasına yöneltmektir.

AŞIRI HAREKETLİLİK

Bazı çocuklar devamlı hareket halindedirler, yerlerinde duramazlar, sabırsız ve telaşlıdırlar, sıkıntılı ve huzursuzlar, sık sık ağlama ve öfke krizleri geçirirler. Bu çocuklarda bitmek tükenmek bilinmeyen bir enerji vardır, kolay kolay yorulmazlar, yorulsalar da yaşıtlarından daha az uyku ve dinlenmeye ihtiyaç duyarlar. Bu çocuklar çevrelerini sürekli rahatsız ederler, fazla konuşurlar, ortalığı karıştırırlar, anne ve babalarını davranışları ile tedirgin ederler.

Aşırı hareketli olan bu çocuklarda,dikkat süresinin çok kısa olduğu bilinir. Bu çocukların dikkatlerini, belli bir süre, bir iş veya konu üzerinde yoğunlaştıramadıkları, gerek ders gerekse oyunda dikkatlerini uzun zaman konsantre edemedikleri, dikkatlerinin çabuk dağıldığı görülür.

Dürtüsellik, dürtülerini kontrol edememe, sabredememe, isteğini erteleyememe de bu çocukların belirgin özelliğidir. Bu çocuklarda davranış bozuklukları görülebildiği gibi, zaman zaman duygusal sorunlar da, sosyal uyum güçlüğü de görülebilir. Çabuk ağlama, ani parlamalar, arkadaş edinememe, sürekli kavga çıkarma, küfür ve yalanla ilgi çekmeye çalışma, devamlı tedirgin ve mutsuz olma, hareketli çocuklarda şikâyet nedeni olan problemlerdir. Ani ve beklenmedik hareketler, yerinde olmayan uygunsuz davranışlar,tehlikeyi kestirememe şeklinde cesaret gösterileri, bu çocuklarda sık rastlanan sorunlardır.

Aşırı hareketli çocuklarda zaman zaman saldırganlık belirtileri de görülebilir. Bu saldırganlık belirtileri farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Bazı çocuklar, tırnak yeme, saçını koparma,kendini yaralama gibi davranışlarla kendilerine zarar verirler. Bazıları da çevrelerindeki insan ve eşyalara zarar verirler, şöyle ki ellerine geçen her şeyi atarlar, bozarlar, kırarlar, kendilerinden küçük ve büyüklere vururlar, onları ısırır rahatsız ederler.

Aşırı hareketli olduğu düşünülen çocukların nörolojik ve psikolojik muayeneden geçirilmeleri şarttır. Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, bazı hallerde tıbbı tedaviye gerek duyulmakta, bazılarında tıbbı tedavinin yanı sıra eğitimsel sağıtılma başvurulmakta, bazıların da sadece eğitimsel sağıtılma yer verilmektedir. Uzmanlara göre, aşırı hareketliliğin nörolojik bir bozukluktan kaynaklanmadığı vakalar da vardır. Bu vakalar genellikle katı disiplin kurallarının geçerli olduğu ailelerden gelen, azar ve ceza ile eğitilen, aşırı bir baskı altında ezilen, hareket fırsatı verilmeyen çocuklardır.

Bu çocuklara iyi niyet ve anlayışla yaklaşma, olumsuz eleştiri yerine olumlu yaklaşımı tercih etmek, kısıtlama ve cezalandırma yerine iyi davranışı ödüllendirmek; benimsenmesi gereken davranışlardır. Ayrıca bu çocukları başıboş bırakmamak, onlara kararlı ve dengeli bir disiplin uygulamak, bu çocuklara enerjilerini özelliklerine en uygun biçimde harcama fırsatı vermek, onları deşarj yapacakları ve başarılı olabilecekleri faaliyetlere yönlendirmek, ailelere önerilebilecek davranışlardır. Tutarlı bir disiplinin uygulanmadığı, sınırların belirgin
olmadığı, çocuğun her istediğinin yapıldığı ailelerde de çocuğun hareketliliğinin kontrol edilemediği görülür.

Bu Çocuklar İçin Anaokulunda Yapılabilecekler:

  • Çocuğun krizlerine ilgi göstermemek, bunlara ilgisiz davranmak, onu ele alırken sakin olmak
  • Çocuk olumlu davranışlarda bulunduğunda, ona ilgi göstermek ve onu ödüllendirmek
  • Çocuğun krizlerinden ürkmemek ve ona aciz görünmemek
  • Çocuğun üstüne fazla düşmemek
  • Çocuğu sürekli " yapma" uyarısı ile kısıtlamamak, ancak belli kuralları koymak
  • Çocukla sabırlı ve kararlı davranmak, iyi bir diyalog kurmanın yollarını aramak
  • Çocuğun olumsuz davranışlarının altında yatan duyguları keşfetmek
  • Çocuğun drama ve taklit oyunlarıyla rahatlamasını sağlamak
  • Çocuğu zevk alıyorsa, su, resim ve boyama faaliyetlerine yönlendirmek, bu faaliyetlerle duygularını dışa vurmasını sağlamak, yaptığı eserleri inceleyerek onu tanımaya çalışmak
  • Çocuğu tanıyarak yönlendirmek
  • Çocuğa başarı alanları bulmak
  • Çocuğu bloklara yönlendirerek enerjisini harcamasına yardım etmek
  • Teke tek arkadaş ilişkileri geliştirmesine fırsat vermek olarak sıralanabilir.

KONUŞMA BOZUKLUĞU - Kekemelik

2;6-4 yaşlarında çocuğu olan pek çok anne, belli bir devrede çocuğunun düzgün konuşmadığından, konuşurken teklediğinden veya kelime atladığından, kelimenin ilk hecesini uzatmasından, bazen de kekeleyerek konuştuğundan şikâyet eder.

Kekemelik türünden şikâyetler,2-4 yaşları arasında çok sık görülür. Özellikle bu yaşlarda çocuğun konuşması gecikti endişesiyle çocuğu konuşmaya zorlamak, çocuğun sorduğu soruları cevapsız bırakmak, çocuğun kullandığı bebeksi dili benimsemek, çocuğun konuşurken yaptığı hataları,"Öyle değil, böyle" diyerek düzeltmek, çocuk ağır konuşurken sabırsızlanmak, çocuğun dil gelişimi açısından son derece sakıncalıdır.

Bebeklik döneminde çocuğun anlamadığını düşünerek onunla konuşmamak, onu saatlerce beşiğinde yalnız ve sesli uyarıcıdan yoksun bırakmak, ya da çok gürültülü bir ortamda yetiştirmek, ana dilini tam öğrenmeden onunla ikinci bir dil konuşmak, çocukta konuşma güçlüklerine neden olabilecek hatalardır.

Konuşmaya yeni başlayan çocuğu sürekli eleştirmek, o konuşurken hatalarını düzeltmek, çocukta kekemeliğe neden olabilir. Konuşmayı yeni öğrenen çocuk, kendini istediği kadar süratli ifade edemez, aklına birden fazla kelime gelir, hangisini seçeceğini bilemez, ya da kendini ifade edecek kelimeleri hatırlayamaz, heyecanlanır, tutulur, tekler,kekemelik belirtisi gösterir. Çocuğun düzgün konuşmadığını gören anne-baba, müdahale eder, sabırsızlanır veya endişelenirse, geçici olması muhtemel olan kekemelik çocukta yer eder.

Bazı hallerde de düzgün konuşan bir çocuk aniden kekelemeye başlar, kekemelik belirtileri gösterir: Çocuğun geçirdiği bir duygusal şok (bir kardeşin doğması, anne-babanın boşanması, ailede dramatik bir olayın yaşanması, çocuğun evde şiddetli bir kavgaya tanık olması), onu korkutan bir olay (atlatılan bir tehlike, kaza yangın, ameliyat gibi) kekemeliğe yol açabilir.

Kekemelik hallerinde çocuğun konuşmasını olduğu gibi kabullenmek, ailenin ve çocuğun dikkatini konuşma üzerinde yoğunlaştırmamak, çocuğu sürekli uyarmamak, ona konuşma fırsatı vermek, onu sabırla dinlemek, yapılması gereken davranışlardır. Çocuk belli bir yaşa gelip de kekemeliğinden şikâyet ediyor ve bundan kurtulmak istiyorsa, bir konuşma uzmanına başvurulmalıdır.

Anaokulunda yapılabilecekler:

  • Okul ortamı bazı hallerde çocuktaki kekemeliği gidermeye yeterlidir.
  • Çocuğun yalnız kalmasını önlemek, arkadaş edinmesini sağlamak
  • Su oyunu önermek
  • Macun, kil ve oyun hamuru ile oynamasını sağlamak
  • Kukla oyununda konuşturmak
  • Resim yoluyla rahatlamasını sağlamak
  • Taklit oyunlarında veya piyeslerde rol vermek, istediği taktirde şarkı söyleme, şiir okuma görevleri vermek
  • İsimlendirme oyunları, masal anlatma faaliyetleri yaptırmak
  • Çocuğa hikâye anlatmak ve anlattırmak
  • Bloklarla deşarj yapmasını sağlamak
  • Soru cevap yoluyla kendini ifade etmesine yardımcı olmaktır.

Empati Psikolojik Hizmetler